Çocuk doğurma, birkaç önemli yaşam olayından biridir. Doğumdan sonra ortaya çıkan psikiyatrik bozukluklar genelde üç kısımda incelenir: Hüzün, depresyon ve psikoz. Ancak her üç durumun da aynı doğrultuda bir psikiyatrik yelpazenin değişik şiddetteki tabloları olduğunu belirtmek gerekir. Depresif durum, normal sayılan bir hüzünlülük (baby blues) halinden, renkli ve hızlı başlangıçlı psikotik depresyona kadar geniş çeşitlilik gösterebilir.
Annelik Hüznü
Doğum sonrasında annelerin yaklaşık yarısında görülür. Doğumu izleyen ilk 7-10 gün içindeki duygusal oynaklık ve ağlama ile karakterize, hızlı başlayıp, çabuk kaybolan bir durumdur. Süresi genellikle birkaç saat ile birkaç gün arasındadır. Bu konuda etken olabilecek birçok hormonal ve sosyodemografik araştırmalar yapılmış olmakla birlikte anlamlı bir sonuç elde edilememiştir. Doğum sonrası hüznün, doğum öncesi yaşanan gerginlik ve huzursuzluğun devamı olduğu düşünülmektedir. Bunun için iki önemli risk etkeni ileri sürülmektedir.
-İlk kez gebe kalma,
-Hastanın geçmişinde premenstrüel sendrom (adet öncesi gerginlik sendromu) öyküsünün olması.
Genelde bu durum normal olarak değerlendirilmekte ve sadece sabretme ile güven artırıcı yaklaşımlar önerilmektedir.
Depresyon
İlk doğumu izleyen bir yıllık zaman diliminde annelerin yüzde 16’sında depresyon tablosu ortaya çıkar. Yapılan çalışmalarda, bilişsel yatkınlık, gebelik sırasında yaşanan evlilik gerginlik ve doyumsuzlukları, istenmeyen yaşam olayları bu konuda önemli etkenler olarak ileri sürülmüş, çocuk bakımına yönelik beklenti ve kaygıların ise belirleyici olmadığı bildirilmiştir. Doğum sonrası depresyon için en büyük risk etkeni, geçirilmiş depresyon öyküsünün varlığıdır. Bu konuda birçok çalışmalar yapan Hannah ve arkadaşları, bebeğin düşük doğum ağırlıklı olmasının, sezaryenle doğumun, bebeğin beklenenden daha güç doğmasının ve biberonla beslenmesinin yüksek depresyon oranları ile ilişkili olduğunu bulmuşlardır. Evlilik dışı doğum, ölü doğum, ailede hastalık öyküsü diğer risk etkenleridir.
Hastalığın belirtileri tipik depresyon belirtileri ile uyumludur. Hastanın, ağlama, mutsuzluk, keder, isteksizlik, uyku ve iştah düzensizlikleri şeklinde yakınmaları vardır. Annedeki depresyonun, bebek üzerinde de oldukça önemli etkileri vardır. Depresyonlu annelerin, annelik becerilerinin azaldığı, bebeğe karşı sorumluluklarının zayıfladığı, besleme esnasında bebeklerinin yüzüne daha kısa süre baktıkları ve daha az olumlu tutum gösterdikleri saptanmıştır. Bebeklerin de böyle bir durumda bilişsel ve heyecansal yönden zayıflık ve pasiflik gösterdikleri, dolayısıyla bebeğin davranışının da annenin çökkün duygulanımını ve kendini annelikte yetersiz olarak algılamasını şiddetlendirdiği düşünülmektedir.
Postparum Psikoz
Sıklıkla depresyon ve buna eşlik eden hezeyanlar (varsanılar), annede bebeğe ve/veya kendisine zarar verme düşünceleri ile belirli bir tablodur. Bazı anneler bu tip düşüncelerini eyleme geçirebileceklerinden oldukça dramatik sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, özellikle bu tip düşünceleri dikkatle izlenmelidir. Postparum psikozun görülme sıklığı her 1000 doğumda 1-2’dir. Bu hastalığın görüldüğü kadınların hemen yarısında ailesel psikiyatrik (özellikle depresyon, mani gibi duygudurum bozuklukları) hastalık öyküsü vardır. Temelde kadınlarda görülen bir hastalık olmasına karşın nadiren babalar da etkilenebilir. Bu ender olgularda baba, çocukla yer değiştirmiş olabileceği, annenin sevgi ve ilgisi için çocukla bir yarış içine girmesi gerektiği duygu ve düşüncelerine kapılabilir.
Postparum psikozun az bir oranı enfeksiyon, doğum esnasında kullanılan ilaçlara (skopolamin, meperidin gibi) bağlı zehirlenmeler ya da aşırı kan kaybı gibi bir genel tıbbi duruma bağlı olarak ortaya çıkabilir. Ayrıca doğum sonrasında oluşan ani hormon (östrojen ve progesteron) değişikliklerinin de etken olabileceği düşünülmektedir. Ancak bu hormonlarla yapılacak tedaviler etkisizdir. Çoğunlukla ilk doğumu takiben görülmesi, sadece psikososyal etki mekanizmalarının rol oynadığını ve postparum psikozun yakın zamanlardaki stresli yaşantılarla ilişkili olabileceğini yaygın olarak düşündürmektedir.
Bunlar arasında en belirgin olarak,
-Annede annelik yaşantısı ile ilgili duygusal çatışmaların varlığı,
-Mutsuz bir evlilikte doğum nedeniyle kendini kapana kısılmış gibi hissetme,
-İstemsiz gebe kalma,
-Doğumdan aşırı derecede korkma,
-Gebelik sırasında ortaya çıkan evlilik sorunları sayılabilir.
Postparum psikozun belirtileri doğumu takip eden 8 hafta içinde başlar. Özgül olarak hasta, yorgunluk, uykusuzluk ve dinlememeden yakınır. Ağlama ve duygusal oynaklık dönemleri görülebilir. Ardından dağınıklık, düşünce ve konuşmalarında karmaşa, tutarsızlık, mantıksız ifadeler, şüphecilik, bebeğin sağlığı konusunda yersiz takıntılar ortaya çıkabilir.
Tüm hastaların hemen yarısında sanrılar (gerçekdışı düşünce ve inanışlar), dörtte birinde ise varsanılar (gerçekdışı algılar, ses, görüntü ya da koku şeklinde) görülür. Hareket edememe, ayakta duramama ve yürüyememe yakınmaları sıklıkla gözlenebilir. Hastanın bebeği sevmeme, bakmayı istememe, bebeğe, kendisine ya da her ikisine birden zarar verme duyguları olabilir. Sanrıların içeriği çoğunlukla bebeğin ölü ya da sakat doğduğu düşüncesidir. Hasta doğum yaptığını inkâr edebilir, hatta evlenmemiş olduğunu, bakire olduğunu iddia edebilir. Ayrıca kendisine kötülük yapılacağından, komplolar kurulduğundan, birileri tarafından kontrol edildiğinden, yönlendirildiğinden sözedebilir. Varsanılar (halüsinasyonlar) benzer içeriktedir, hastaya, bebeğe ya da kendisine zarar vermesini söyleyen sesler duymayı da kapsayabilir.
Hastalığın gürültülü ve dramatik tablosunun birkaç gün öncesinde genellikle, uykusuzluk, dinlenememe, duygusal oynaklık, gerginlik ve hafif bilişsel bozukluklar (tarih, mekân ve insanlara yönelik unutma, karıştırma, şaşırma gibi) şeklinde başlangıç belirtileri görülür. Psikoz ortaya çıkınca özellikle hastanın kendisine ya da bebeğe verebileceği zarar konusunda dikkatli olunmalıdır. Yapılan çalışmalarda hastaların yüzde 5’inin kendilerini, yüzde 4’ünün ise bebeklerini öldürdükleri saptanmıştır. Postpartum psikoz atağı bir duygudurum bozukluğu atağı gibi değerlendirilmektedir. Duygudurum bozuklukları dönemsel bozukluklardır, bu nedenle de postparum psikoz atağı geçiren hastalar doğumun birinci ya da ikinci yılında bir atak daha geçirebilirler. Ayrıca tekrar hastalanma olasılığı diğer doğumlarda da yüksek bir oranda söz konusu olacaktır.
Postparum psikozun tedavisinde en büyük zorluk anneye emzirmesi nedeniyle ilaç verilememesidir. Ancak hastaların önemli bir bölümünde hastalığın şiddeti ve hastanın zarar vericiliği ile ilintili olarak emzirmenin sonlandırılarak ilaç tedavisine başlanması düşünülmelidir. İntihar riski olan hastaların böyle bir girişime engel olmak amacıyla hastaneye yatırılmaları gerekebilir. Eğer kendisi istekliyse annenin bebekle teması genellikle iyi sonuç verir. Ancak yine de olası zarar vereci düşünce ve eylemler gözönünde bulundurulmalı ve gerekli tedbirler alınmalıdır. Akut psikotik dönem yatıştıktan sonra mutlaka psikoterapi gereklidir. Bu hastalarda iyi ve yakın bir çevre desteği büyük önem taşır. Hastanın hastalık öncesi uyumu ve destekleyici bir aile yapısına sahip olması tedavinin başlarında etkilidir. Yapılan çalışmalar postpartum psikoz hastalarında tedavinin yüksek oranda başarılı olduğunu göstermektedir.